New York’un en eski üniversitesi The City College of New York (CCNY) 150 yıldan fazladır eğitim veren bir üniversite. Eskiden ücretsiz olduğu ve eğitim düzeyi çok yüksek olduğu için “Harvard of the poor” yani garibanın Harvard’ı denirmiş. Yabancılar için gerekli olan İngilizce yeterlilik sınavında istedikleri puan diğer üniversitelere girmek için kafi olan puanlardan çok yukarıda. Zaten sebebini dersler başladıktan sonra anlıyorsunuz, müzisyen olmanız farketmiyor, her hafta yüzlerce sayfa makale okuyup analiz etmeniz bekleniyor. Bu üniversite koridorlarından geçen birçok öğrenci Nobel ödülü almış, bir tanesi Henry Kissinger adında siyasi bir şeytan. Colin Powell gibi yüksek askeri kariyeri olan bir devlet adamı da çıkmış oradan, Ralph Lauren adındaki moda devi de, birçok müzisyen de. Bir de ben o koridorlarda kısa bir yüksek lisans süresi geçirdim ve o dönemde gördüklerim sadece CCNY’dan değil Amerika Birleşik Devletleri’nden arkama bakmadan kaçışımın başlangıcı oldu. Yazmakta olduğum kitabımda uzun uzun anlattığım ABD toplumunun çoğu bir çocuk saflığında ve o koskoca ülkede sevecek, hâttâ bayılacak çok fazla güzellik var. Ama bu yazının konusu dünyanın lideri olarak görülen bu kültürün üzerindeki bir kara bulut. Bu, o kadar büyük bir kara bulut ki, dünyanın geri kalanı olarak karşı durmazsak hem bizi, hem de o ülkedeki güzel insanları ve dünyaya vermek istedikleri güzellikleri yok edecek.
CCNY’da “Music & Indoctrination (Müzik ve Endoktrinasyon)” başlığında bir ders alabileceğimi görünce bende bir merak uyandı acaba ne anlatılıyor diye. Öncelikle “Doctrine” öğreti demek ve “Indoctrination” da bir öğretiyi sorgusuz sualsiz dayatmak demek; halk arasındaki deyişle beyin yıkama. Evet New York’un en köklü üniversitesinde ve ABD’nin diğer birçok üniversitesinde müzikle veya başka biçimlerde nasıl beyin yıkandığını öğrenebiliyorsunuz. Dersin profesörü benden bir yaş genç bir wannabe idi. (Bkz: Wannabe Kültürü) Irak savaşında savaşan ABD askerlerinin müzik olarak ne gibi tercihleri olduğunu araştıran bir kitabı olduğunu söylediğinde, Irak’ta askerlerle birlikte yaşayıp bu kitabı yazdığını düşünmüştük sınıftaki arkadaşlarımla, ama meğer savaştan dönen askerlerle röportaj yapmış sadece. İlk derste çok doğru bulduğum bir uyarı yaptı hepimize ama sonra bu uyarıyı hiç umursamayan tek kişi de kendisi oldu dersler boyunca. Uyarısı kısaca, inceleyeceğimiz aşırı uçlardaki gruplara ve ideolojilerine tarafsız bir gözle bakmaya çalışmamız üzerineydi. Verdiği örnek de çok yerli yerindeydi; “Biz kendimizi çok liberal ve ileri bir batı üniversitesinde eleştirel düşünceyle incelemeler yapan kişiler olarak kabul ediyor ve okuduklarımızı aşırı uç olarak görüyor olabiliriz ama unutmayalım ki onlara göre de aşırı uç biziz.” dedi. Sonrasında bırakın aşırı uç bir örneği, benim verdiğim Türkiye’deki dolmuş kültürü veya Koreli arkadaşımın kendi kültüründen verdiği günlük örneklere bile “saçma” demekten imtina etmeyerek, birçok aşırı uç eylemleri tüm öğrencilerden daha sert bir dil kullanarak inceledi.
Hakkını teslim etmek gerekir, herkese tarafsız bakmayı öneren ve kendi fanatik bir taraftar olan bu profesör, dersler boyunca kendinde de barındırdığı fanatik bir temele dayanan beyin yıkama sistemlerini en ince ayrıntılarına kadar çok iyi anlattı. Bugün Grammy adaylığı olan caz davulcusu sınıf arkadaşım, veya ABD caz dünyasının yeni kadın yıldızlarından biri olan diğer sınıf arkadaşım gibi birçok kişi bütün bu yöntemleri dinledikçe şok üzerine şok geçirdi, tabii ben de. Yüzlerce sayfalık okuma ve saatlerce süren tartışmaların hepsini bir yazıya sığdırmam imkansız ama anlaşılan dünyanın her yerindeki beyin yıkamacı sistemler temel olarak aynı yöntemi kullanıyor. Acı veya düpedüz kötü bir gerçekliğin yerine konulan güzel bir görüntü veya ses ile olanların normal olduğu inancını aşılarken ulvi bir amaca hizmet edildiğini bir an bile unutturmayarak kanıksama sağlamak. Bu sebeple kimseye ne yapıp bu beyin yıkamadan kurtulacağını anlatamam, çünkü öğrendiklerimden anladığım kadarıyla iyi niyetle bile olsa, herkes farketmeden başkasının beynini yıkıyor olabilir. Sadece nasıl yapıldığını anlatacağım, herkes kendini kurtarmak için kendi yöntemini kendisi tespit edebilir.
Gördüğüm örnekler içerisinde neler neler var; Mao Çin’inde baskı kurmak için kullanılan müziklerden, Norveçli Ölüm Metealcilerinin (Death Metal) gerçekten kendilerini öldürmelerine, Çavuşesku Romanyasının oluşumunda propaganda amacıyla kullanılan dini ilahilerden, ABD’nin güney eyaletlerinde Evangelist Hrıstiyanların çocuklar için kurduğu eğitim kamplarına, Ortadoğudaki radikal islamcıların ilahilerinden ABD ordusunun televizyon reklamlarında kullanılan müziklerin hangi amaçla kullanıldığına kadar birçok hastalıklı içerik.
Profesör kardeş önce ABD ordusunun televizyon reklamlarını izletti bize ve sonrasında arka plandaki müziği değiştirerek tekrar tekrar izledik. Arka plana bir opera aria’sı veya neşeli bir Country şarkısı koyduktan sonra, eğer ABD’li gençleri orduya katılmaları için cezbetmek istiyorsak kullanılabilecek en etkili müziğin onların zaten kullandığı enerjik rock müzikler olduğunu görmek çok kolaylaşıyor. Çünkü bu tür müzik gençlere güçlü, enerjik ve gurur duyulacak bir işleri olacağı hissini, ineğine şarkı söyleyen kırsal kesim müziğinden daha etkili bir şekilde veriyor. Tabii bu televizyon reklamlarında kafası kopan, gözüne metal giren, mayına basıp paramparça olan bir ABD askeri görmüyoruz, hepsi yakışıklı ve güçlü gözüken tertemiz üniformalarla helikopterlerde, savaş uçaklarında, uçak gemilerindeler. Yani çocukken oyuncağı satılan ölüm makinalarındalar. Ayrıca “Rocky” filmindeymiş gibi antrenman yapıp güçleniyorlar. Sonra İncirlik üssünde bizim çiroz ama zihni güçlü Mehmetçikle oyununa yapılan ip çekme yarışında madara oluyorlar, ama tabii reklamlarda bunu da göremeyiz. Rock’çı enerjik gençler dünyaya barış getiriyor hissini yaşarız hep bu kısa reklam filmlerinde.
Hollywood filmlerinde ve televizyonda neden uçan, patlayan, parçalanan askerler gördüğümüz ve bu sahneler için neden Rock müzikten daha sakin, daha acıklı, daha dramatik ve genelde minör tonda müzikler kullanıldığı ise insanın ruhsal yapısının temel bir korunma mekanizmasına dayanıyor. Filmlerde gördüğümüz vahşeti gerçekten görmediğimiz gibi, stüdyolarda çeşitli makyaj malzemeleriyle elde edilmiş görüntüler olduğunu da biliyoruz. O filmlerde olup biten vahşet için üzülmemiz ve derinden bir hırslanma yaşamamız, yönlendirileceğimiz ideolojiye aklen (kalpten bile önce) yaklaşmamız için esas teşkil ediyor. Öte yandan askeri reklamlardaki sahneleri de gerçekte görmüyoruz, ekranda görüyoruz ama, bizi gerçek hayatta o vahşeti yaşayacağımız yere götüreceğini söyleyen o reklamlarda göreceğimiz vahşet, orduya katılmamaya karar vermemize sebep olabilir. Çünkü o vahşetin başımıza gerçekten gelmesi yüksek bir ihtimal olan orduya bu gerçeği bile bile gitmek istememiz, rock müzik eşliğinde havalı gözükeceğimizi düşündüğümüz bir organizasyona katılmayı istememizden daha az bir ihtimal. Hem filmlerde hem de askeri reklamlarda yukarıda bahsettiğimiz gerçeğin yerine konulan güzel görüntü ve his dünyasını manipüle edecek eşlikçi müzik mevcuttur.
ABD ordu reklamı örneği, dünyanın diğer yerlerinde olan manipülatif müzik kullanımından çok daha farklı, çünkü diğer kültürlerin hiçbirinin kendi insanı kadar kıymetli olmaması gerekirken, kendi insanına da aynı beyin yıkamayı uygulaması, ABD kültürünün en kötü özelliğini yansıtıyor kanımca. Dolayısıyla radikal islam kullanımını, Asya’lı olmayı bir kabahatmiş gibi kabul etme hissini yayan, kendi mahallesi dışındaki herkesi potansiyel düşman olarak görmeyi sağlayan bu beyin yıkama sistemi, müzik aracılığıyla başka bir sosyal statü algısını da dayatır. ABD ingilizcesinde “Cool (kuul diye okunur)” olmak kavramının en temel dayanak noktalarından biri de müziktir. Cool kelimesi serin demektir, ama ikinci kullanımı kişinin ulaşması zor bir saygınlıkta olduğu mânâsına gelir. Fakat bu saygınlığı alışageldik saygınlık kavramıyla eşleştirmemek gerekir, bu saygınlık otoriteye karşı olan birinde de mevcut olabilen bir saygınlıktır, ahlaki veya sosyal standartların hiçbiri cool kişinin üzerinde değildir. ABD’nin cool kavramı, bireyselcilik felsefesinin ürünüdür. Bir çok müzik türü ve moda akımı cool olmayı kendi türlerini tüketmenin ödülü olarak sunar. Cool kavramı ABD’nin işlevsellik üzerine kurulu kültürünün değişmez parçasıdır. Her ne yapıyorsa yapsın, herkesin cool olması birinci önceliğidir. Alenen tacizde bulunan kişiye “Ne ahlaksız birisin” veya kısaca “defol git karşımdan” yerine “Bu yaptığın hiç de cool değil” der ABD’liler. Ne idüğü belirsiz bir üstün iyilikte olma halini tanımlar bu gereğinden fazla kıymet biçilen deyiş.
Müzisyen veya dinleyici olarak cool değilseniz ya çaldığınız ya da dinlediğiniz müzik iyi değil diye etiketlenir. Ya da çaldığınız ya da dinlediğiniz müzik cool değilse siz müzisyen ya da dinleyici olarak iyi değilsinizdir. En cool olmayan şeyler ise “Quick & Easy (Çabuk ve kolay)” şekilde elde edilemeyen şeylerdir. Yani eğer çaldığınız ya da dinlediğiniz müzik söz içermiyorsa, uzunsa, başka dallardan faydalanan derinlemesine bir kültür anlayışı geliştirmeden anlaması zor ise siz de cool değilsiniz müzik de. Ne dediği önemli olmaksızın sözleri varsa, kısa ve bol tekrar edilen akılda kalıcı (catchy) bölümleri varsa ve sizi aslında sallanmaktan fazla bir mânâsı olmayan ama hiç utanmadan dans denilen aktiviteye yönlendiren bir havası var ise siz ve müziğiniz cool’sunuz demektir. Toplumun dikkat süresini (Attention span) kısalttıkça istenilen şarkıyı ve ürünü empoze edebilirsiniz ve sonuçta herkes kendini cool hissederken müzik, sanat ve kültürün tamamı bir manipülasyon aracına dönüşmüştür bile. O tekrar tekrar söylenen saçma sözler, mırıldanılan müzikal açıdan kifayetsiz şarkılar ve şarkıcılara giydirilen moda ürünleri, estetik ve makyaj ürünleri, ve onlar üzerinden satılan tüm ürünler tarifi zor bir kısır döngü oluşturur. Ürünler satıldıkça yeni saçma şarkılar üretilir, yeni şarkılar ve şarkıcılar çıktıkça yeni ürünler satılır. Reklamlar için şarkılar ve melodiler daha da kısaltılır ki dikkat süresi daha da düşürülebilsin. Büyük şirketler hiç utanmadan senfonileri, sonatları, prelüdleri, fügleri “Şarkı” diye satarlar. Bu arada artık kimse müzik dinlemiyordur, herkesin “müzik zevkim” diye gururla sahiplendiği ürünler şarkılardır ve müziğin insan ruhunu geliştiren gücünden bîhaber toplumlar yaşamlarına devam ederler.
Ülkelerin milli marşları da tolumun birleşmesi için yapılan bir propagandadır aslında, yani iyi mânâda. Propaganda kelimesinin gerçek anlamı sadece olumsuz değildir, aslında olumlu propaganda da yapılabilir ama yüzyıllar içerisinde olumsuz anlamı daha ağır basmıştır. Yani milli marşlarda toplumun beraberce kendini motive etmek için kullandığı şarkı bir beyin yıkama aracı değildir çünkü örneğin Türkiye Cumhuriyeti’nin milli marşını İtalyanlar beyin yıkamak amacıyla yazmamıştır. Türkler kendileri için bir bestecinin ve şairin marş yazmasına karar vermişlerdir. Tabii tek hükümdarlı yönetimlerde bu değişebilir ve kral ya da kraliçe halkı manipüle etmek için bir milli marş yazdırabilir.
Bir başka örnekte John Lennon ve Beatles “Imagine” isimli şarkıyla iyi huylu bir protesto şarkısı yazmışlardır. Arkalarında organize bir kurum, ya da devlet stratejisi olmadığı halde ve iyi huylu olmasına rağmen bunu da beyin yıkama sınıfına sokmak mümkündür. Melodinin basitliği ve tekrarların çokluğu sözlerin yönlendirdiği iyi dünyayı düşlemesi için toplumun beynini yıkar. Bu örneğin iyi bir amacı olması yine de beyin yıkama olduğu gerçeğini değiştirmez ve bu örnek ile beyin yıkama terminolojisinin de propaganda gibi hem olumlu hem de olumsuz olabileceğini görüyoruz. Maç tezahüratları da taraftarlık yaratan şarkılardır, basittirler, meşhur şarkıların sözleri değiştirilerek yapılır çoğunlukla ve hem taraftarları hem de takımlarını maçı kazanacaklarına inandırmak için destek olurlar. Yani tezahüratlar da müziğin iyi amaçlarla beyin yıkamak için kullanıldığı bir örnektir. Bazen tribün liderleri melodiler de uydururlar ama en önemlisi takımlarına destek olacak ve taraftarların enerjisine enerji katacak mahiyette, kısa ve tekrarlı olmalarıdır. Dayım Orhan Ölçen Galatasaray tribünlerinin “Bestekâr Orhan” lakabını taktığı, Galatasaray’ın tribün tarihini kitaplaştırmış bir yazar ve taraftardır (Örneğin: Yenilsen de yensen de taraftarız senle tezahüratı). Şarkının müzik olmadığını ispat eden verilerden biri de dayım gibi veya Arabesk şarkı türünün en ünlü şarkıcılarından Sezen Aksu gibi şarkı üreticileri, müzik bilgisine sahip olmadan sözleri melodilerle çok başarılı bir şekilde süsleyebilirler. Kim bilir, belki dayım da Onno Tunç gibi bir müzisyenle yakın arkadaş olsaydı o da bir popstar sayılan arabeskçi olabilirdi. Fakat “Imagine” olmasa da hem dayımın kullandığı hem de Onno Tunç’un bestelediği melodiler müziğin de söz kadar etkili olabileceğini ispatlıyor. Tabii bestelenen her müzik beyin yıkama aracı değildir, sadece sanat amacıyla da yapılır. Fakat daha önceden bestelenmiş bir müzik ya da şarkının müziği beyin yıkama amacıyla kullanılabilir. Örneğin Çavuşesku Romanya’da seçilebilmek için Ortodoks kilisesinin en sık tekrarlanan ilahilerinden birinin müziğini alıp üzerine partisinin manifestosunun sözlerini yerleştirdiğinde, insanların en mahrem duygularını kullanıp, kendisinin insanların dua ettikleri tanrıyı hatırlatmasını sağlayarak ahlaksızca bir beyin yıkama gerçekleştirmiştir. Romanya onun başta olduğu dönemde çok acılar çekmiş ve 1989’da eşiyle birlikte kurşuna dizerek idam etmiştir. Dünyanın başka birçok ülkesinde şarkılarla beyin yıkayarak güç kazanan birçok lider olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Liderlerin haricinde ülkelerin gizli servisleri de başka ülkelerin halklarının beynini yıkamak için stratejiler üretmiştir. Bunlardan bizim Türkiye’de en iyi bildiğimiz örnek ABD’nin gizli servis örgütü CIA’in “Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman” türküsünü sipariş edip bütün ülkede yayınlanmasını sağlayarak stratejisini uygulamasıdır. ABD’nin bu türküyle Türkiye’nin zenginliği olan zeytin üretiminden faydalanmaması için halkı zeytin tüketiminden soğutmayı amaçlamasının sebebi, kendi mısır üretim fazlasını dünyaya satabilme çabasıdır. Uyguladığı bu stratejinin bir başka sebebi de yine Türkiye’deki pamuklu basma fistan satışlarını düşürüp Türkiye’ye kendi pamuğundan yapılan Amerikan bezini satabilme amacıdır.
Benim hayatımda basketbolculuktan ve şarkı dünyasından klasik müziğe geçiş doğal bir şekilde olduğu için müzikal endoktrinasyondan da doğal bir şekilde kurtuldum. Müziği öğrenmem ve şarkıların amaçlarını kurcalamam bu manipülasyonun bir kısmını görebilmeme yardımcı oldu. İnsanların beynini yıkayan ve temelini müziksizliğe dayandıran bu sistemin, şarkı sözlerini, şarkı kısalığını, şarkıcı modasını tüketim toplumları yaratmak için kullandığı aşikâr olduğu kadar yıllar sonra anlaşılan gizli stratejik müzikle beyin yıkama yöntemleri de tüyler ürpertici. Müziğin gücünü kullanarak sözleri daha etkili kılan şarkı, sadece sanat için yapıldığında harika sonuçlar veren çok güzel bir sanat formudur, şarkıları ben de severim ve bestelerim. Müziği daha iyi anlamak, şarkıların barındırdığı müziğin de mahiyetini anlamamıza faydalı olur. Benim 30 yıllık müziği anlama serüvenim beyin yıkamasından doğal olarak kurtulmamı sağlayan yavaş ve zorlu (quick & easy’nin tersi) bir yoldu, bu yüzden bugünün beyni yıkanmışlarına bu yolu önersem de ne kadar kişi faydalanabilir zaten esas muamma da bu.